İnsan yaşama ortamında bölünemeyen, ayrılmayan bir "bütün" dür. Kavram ne olursa olsun,var olan bir nesne kendi başına "olan" dır. Tinler gövdelerden ayrıldıktan sonra kendi uzay üstü ortamlarında yaşamlarını sürdürürler. Bu uzay üstü ortam dedikleri de eski deyimle "ruhlar alemi", Türkçe söyleyişle "tinler ülkesi" dir.
İnsan bölünmesini kolaylaştıran, bu "gövde-tin" soyutlaması, gerçeğin kavranmasını önlemiş, insanın açık anlamını karartmış, güçleştirmiştir. İnsanın ölümü de bu ikiye bölünmeyle başladı. Yaşama ortamı insanın oluş koşullarının doğduğu, düzenlendiği varlık alanıdır. Bu alanda en geçerli yasa durmaksızın değişmektir. İnsanın yaşama ortamındaki değişme bir gelişme, ilerleme, olgunlaşma atılımıdır.
Yaşama ortamının koşulları arasında en önemlisi de bir yere bağlı olmadır. Bu bağımlı olma anlamına gelmez. İnsan diri bir varlık olarak belli bir yerdedir. Bu yer insanın kendini sürdürdüğü, yaşama olanağı Bulduğu alandır. İnsan oraya damgasını vurur, kendini kanıtlar. Ne denli gezip dolaşsa, uzaklara gitse o yerden kalmış anıları, çizgileri vardır, onu birlikte götürür. Öteki canlılarda bu yoktur. İnsan geliştikçe, olgunlaştıkça bu yer genişler "yurt" denen alana dönüşür.Benim de içinde bulunduğum yurtseverler ne demek istediğimi daha iyi özümseyecektir.
Değişme insanda bir gelişme,anlayış yönünden bir büyüme eylemidir.Olduğu gibi kalan koşullar altında ortaya çıkan bütün değişmeler birer "yerinde sayma" dır.
Değişme bir oluş ilkesidir. Üretici eyleme geçemeyen, değişmeyen, doğurmayan bir yaşama ortamında insan ancak bir "kalıntı" dır. Yüz yıllık Kürt meselesinde değişim adı altında yapılanlar aslında "yerinde saymadır", çünkü olduğu gibi kalan koşullar, ülkenin belirli bir bölümünde hak iddia etme bu uğurda egemenlere hizmet eden suç örgütü, bu örgütle bütünleşmiş bölge halkı, devlette yer etmiş ve gittikçe güçlenmiş, yandaşlar ve yaşananların, "yurt" kavramlarını yitirmiş, diri olma özelliğini kaybetmiş bir anlayışın, başka bir şekilde ifadesi mümkün değildir. "Kalıntı" bir yaşam yaşayan insanların, ne kendilerine nede ülkelerine bir faydası mümkün değildir, düşünmeyen, üretmeyen, hazırı tüketen bu kalıntı anlayış,kısa ve uzun vadede inanılmaz olumsuz sonuçlara gebedir.
İyimserlik, inancın yabancılaşmış bir biçimidir. Kötümserlik ise umutsuzluğun yabancılaşmış bir biçimidir. İyimserler, hiç değilse şimdilik, oldukça rahat yaşamaktadırlar ve "iyimser" olmayı sürdürebilmektedirler. Ya da en azından öyle sanmaktadırlar; çünkü öyle yabancılaşmışlardır ki, torunlarının geleceğini karartan tehdit bile onları gerçekten etkilememiştir. Başbuğ komutanıma yapılanlar, Ergenekon hikayeleri ile ülkenin kilit insanlarının bastırılıp, suç örgütü ile Oslo dahil yapılan görüşmeler, büyükşehir belediye yasası ile eyalet e giden hazırlıklar,oldu bittiler,ulus devlet anlayışını yıkan ülke egemenleri. Hangi yanından alınırsa alınsın, yaşama ortamı bir tarih varlığıdır. Onunda geçmişi vardır. Onun tarihi, özünü oluşturan olanakların gelişim çizgisi üzerindedir.
Benim de içinde olduğum, ama şikâyet ettiğim "kötümserler", şu an gerçekte iyimserlerden pek farklı değildir. Onlar da aynı rahatlık içinde ve aynı ilgisizlikle yaşamaktadırlar. Hiç umutsuzluk duymamaktadırlar; çünkü umutsuzluk duyuyor olsalardı, böylesine hoşnutluk içinde yaşamazlardı, daha doğrusu yaşayamazlardı ve bunların kötümserliği,elden gelen bir şeyler olmadığı düşüncesini yansıtarak,büyük ölçüde,onları bir şeyler yapmayı gerektiren içsel isteme karşı koruyucu işlev görürken, iyimserler de nasılsa her şeyin yolunda gittiğine, dolayısıyla hiçbir şey yapmak gerekmediği' ne kendilerini inandırarak, aynı içsel isteme karşı kendilerini savunmaktadırlar.
İnançlı olmak demek, atılgan olmak, düşünülmezi düşünmek, ama yine de gerçekleşebilirlik sınırları içinde etkinlik göstermek demektir; inançlı olmak, her gün mehdiyi beklemekten, ama mehdiyi beklenen saatte gelmeyince düş kırıklığına kapılmamaktan oluşan ve çelişkili gibi görünen umuttur. Bu umut edilgin değildir; tam tersine,sabırsız ve etkindir,gerçek olasılıklar çerçevesinde eylem için her türlü olanağı araştırır.Hele kişinin kendi gelişmesi ve özgürlüğü söz konusu olunca bu umut hiç edilgin değildir. Hiç kuşkusuz,toplumsal yapının belirlediği kişisel gelişme ağır sınırlamalarla karşı karşıyadır. Ne var ki, bugünkü Toplum içeresinde hiçbir kişisel değişikliğin olamayacağını, hatta bunun özlenir bir şey olmadığını öğreten o sözde ülke egemenleri, içsel değişikliğe gösterdikleri kişisel direncin özrü olarak dini ideolojilerini kullanıyorlar. Dedim ya Ülkemin Tin hali.