İnsan özgür doğar, ancak bugün her yerde zincire vurulmuş durumdadır. Kimisi kendini başkalarının efendisi sanır, oysa onlardan daha çok köledir. Nasıl doğmuştur bu değişim?
Evet insanoğlu özgür doğmakta, ama ömrünü köle geçirmektedir, İnsan toplumunda bu sorunun doğru biçimde yanıtlanacak gibi sorulmasını önleyen birşey var demektir. Bu sorunun doğru sorulmasını önleyen şey iyice gizlenmiş durumdadır. Sorunun özüne inmemizi sağlayacak titizlikte gizlenmiş kapılardan dikkatimizi sürekli ve etkili olarak başka yöne çevirme çalışmalarının görülmesi gereklidir.
Bence tuzağa düşmüş herkes çıkış kapısını açık seçik görmektedir. Çıkış kapısının nerede olduğunu herkes bilmektedir. Bununla birlikte kimse kapıya yönelmemektedir. Dahası var: parmağıyla kapıyı gösteren cehennemde yakılacak kadar günahkâr, kaçık ve suçlu sayılmaktadır. Demek ki aslında sorun tuzakta ya da çıkış yolunu bulmakta değil. Sorun tuzağa düşmüşlerin kendisindedir.
Zindanda yaşayanlar, çocuklarını zindan yaşamına alıştırabilmek için karmaşık uygulayımlar geliştirmektedirler. Zindanda düşünce ve eylemin rahatça kanat çırpabileceği kadar geniş yer yoktur.
Geriye kölelikten çok çok önceleri yaşanmış mutlu bir Ömür’ün anısıyla mutlu yaşamaya duyulan yoğun özlem kalmıştır. Ama özlemle anı gerçek yaşamda yaşanamaz. Dolayısıyla bu darlıktan yaşama duyulan nefret doğmuştur.
Sessiz, acı çeken, düş kuran, uğraşıp didinen, gerçek dinden uzaklaştırılmış, koparılmış
İnsan yığınları, din adamlarıyla din adamlarının, krallarla kralların, başkaldıranlarla
Padişahların çatıştıkları verimli toprağı: zindanda insanoğlunun içine yuvarlandığı yoksulluğu ortadan kaldıran büyük iyileştiricilerin, üfürükçülerin, gizli bilimcilerin boyattıkları bahçeyi oluşturdu.
Şimdi Osmanlıya dönüşün özgürlük satıcıları boy gösteriyor. Zindana düşmüş Türk insanımın yaşamına çekidüzen veren büyük örgütçülerin, STK ların yanında siyasal yosmalar, kapitalizmin, Siyonizm’in çocukları, kısaca zehirli yılanlar doğuyor; Yasa’ya karşı işlenen günah ve suçlar, bunların yanında aslında onları yargılayacak yargıçlar ve cellatlar; tuzaktaki yaşamla bağdaşmayacak özgürlüklerin yürürlükten kaldırılması, zindandaki yurttaşlık özgürlüklerini savunacak dernekler, STK lar beliriyor.
Yine bu bataklıkta ”parti” adı verilen büyük siyasi örgütler yeşeriyor, kimisi, tuzaktaki “yerleşik düzen” adını verdikleri şeyi korumak üzere sözümona “tutucu”(koruyucu)adını alıyor(bunlar zindandaki yaşamı çekilir kılan yasalarla yönetmelikleri olduğu gibi saklamaya çalışıyor),bunların karşısındakiler, yani sözüm ona “ilericiler” se, zindanda biraz daha özgürlük istedikleri için savaşıyor, acı çekiyor ve kodeslerde can veriyorlardı. İlericiler şurada burada tutucuları işbaşından uzaklaştırmayı başarmış, ”zindanda özgürlük”ü ya da “zindanda ekmek ve özgürlük” ü girişmişlerdir.
Ancak o kısırdöngü kendilerinden önce tutucuların yaptığı gibi, düzeni ve yasaların egemenliğini sağlayabilmek üzere tutucu olup çıkmışlardır. Bu pencereden bakalım Türkiye’ye ve insanlarımıza… egemenler dahil hepimiz aynı zindandayız, fark etmiyor bu zindanın altından veya taştan yapılması… bu zindanda ekmek ve özgürlük…