Osmanlı fetihleri bir bölgeden öbür bölgeye geçtiği zaman, yani fetih yapıp da normal Osmanlı yönetimi oraya yerleştiği zaman uc beylerinin örgütü ondan sonraki yeni bir aşamaya naklediliyordu. Fetihler ilerledikçe sağ kolda Balkan sıradağlarından Tuna'ya, sol kolda Trakya'dan Makedonya'ya ve sonra Arnavutluk ile Bosna'ya, orta kolda ise Filibe'den Sofya ve Niş'e kaydırılmıştı. Örneğin Evrenos Gazi'nin merkezi Ferecik'di ve Meriç nehrinin ağzındaydı. Evrenos sonra Gümülcine'yi fethetti ve orayı merkez yaptı. Daha sonra Serez fethedilince yeni uc merkezi bu defa Serez oldu. Kısacası uclar, daima Osmanlı fetihlerine paralel olarak ileriye doğru giderek yeni merkezlere geçmekteydi...
Bosna eskiden küçük bir kasabaydı. Osmanlı orada uc merkezi kurunca gelişmeye başladı. İshak Bey zamanında tam bir uc merkeziydi ve oradan akınlar yapılıyordu. Bu akınlardan birine bizzat katılan tarihçi Aşıkpaşazade diyor ki : "Ben de haramiliğe çıktım. Bir-iki kız yakaladım, getirdim.." Bu kayıt çok ilginçtir.
Zamanla bir Osmanlı-Türk merkezi haline geldi Bosna. İshak Bey'in akınları karşısında ezilen ve iş göremez hale gelen Venedikliler, ister istemez ona haraç ödemeye başladılar. Ama Osmanlı'nın asıl amacı Venedik'i bu sahilden atmaktı ve baskıyı da İshak Bey'i kullanarak yapıyordu..
İshak Bey'den sonra İsa Bey sancakbeyi oldu. Fatih devrinde Bosna fethedildi. Bosna krallığının başkenti Yayçe idi. Macarlar gelip Yayçe'yi aldılar ve orada İsa Bey yönetiminde bir uc oluştu. İsa Bey orada babadan oğula geçen uc beyi olarak bir yarı hükümdar gibiydi. Venediklilerle ve Macarlarla kendi başına müzakerelere girişiyordu. Küçük bir kasaba olan Bosna, İsa Bey zamanında gelişerek tipik bir İslam şehri halini aldı. İşte Bosna'da İslamiyetin yerleşmesi ve ileride Bosna'nın adeta imparatorluk içinde özerk bir hal almasının nedeni budur..
Uc beyliğinde timar sistemi de farklıydı. Uc beyi, sancaktaki zeamet ve timarları kendi adamlarına ayırırdı. Bu suretle İsa Bey'in gelirleri 700.000 akçayı buluyordu. Geliri 700.000 - 1.000.000 akça olan bir beylerbeyi kadar yani...
1846'ya kadar kapetan olan Hasanbegoviç
17. yüzyılda Habsburg tehdidi başlayınca, Osmanlılar Bosna ucunu takviye etmek zorunda kaldı. Onun için oradaki zaimlere (zeamet sahipleri) ve beylere zeametlerini irsi olarak ellerinde tutma ayrıcalığını bağışladılar. Oradaki zaim ya da bey, "ben Habsburglara karşı mücadele ederkensen benim timarımı alıp şuna buna verirsen ben burada tutunamam" diyordu. Bu durumu devlet de anladı ve oradaki zaimlere bu hakkı tanıdı. Bunlar o kadar kuvvetliydiler ki, Macaristan'daki zaimler hep Boşnaklardı, orada Boşnakça konuşulurdu. Macaristan'a ilk girildiğinde Osmanlı erkanı da Boşnakça konuşurdu..
Boşnaklar bu suretle zeametleri irsi olarak ellerinde tuttular. İkinci olarak, yapılan fetihlerden yeni zeamet ve timarlar elde ederek çok kuvvetli bir grup haline geldiler. İleride Osmanlı otoritesi zayıfladığı zaman, bu irsi zaimler bir nevi yerli aristokrasi haline geldiler. Bunlara Bosna tarihinde Kapetan denir.Kapetanlar bilhassa ayan (18.yüzyüldan itibaren güç kazanan yerli egemenler) devrinde, merkezi otoritenin iyice zayıfladığı 18. yüzyılda merkezi hükumetten ayrı olarak kendi bölgelerini adeta özerk hale getirdiler. 19. yüzyıl başlarında Fransız Jucherau de Saint-Denis geldiği zaman diyor ki : "Merkezi hükumetin gönderdiği valiyi Saraybosna'ya sokmazlardı. Çünkü hükumet onların istediği valiyi göndermek zorundaydı. "
Yani merkeze çok uzak olduğu için ayanlar orada adeta özerk bir hanedanlık kurdular. Habsburglara
karşı savunma hattını tuttukları için kuvvetlenen kapetanlar, 2. Mahmud'un yeniçerileri ortadan kaldırdıktan sonra bu defa da ayanlara karşı verdiği mücadele sırasında bile, merkezin gönderdiği valiyi dışladılar ve kendileri egemen oldular. Bu, Bosna'nın adeta ilk muhtar dönemidir. Fransız Saint-Denise'in söylemiyle, "Saraybosna'da adeta bir cumhuriyet var. Bunlar tabii, toprağa da hakimdirler.."
Kapetanlar devletin miri (padişaha ait) arazilerini kendi malikaneleri ve çiftlikleri haline getirdiler. Doğal olarak, toprağa sahip olmak tek başına zengin olmak için yeterli değildi. Kapetanların topraklarını işletecek insan gücü ; köylü, ırgat ve ortakçı gerekiyordu. Onun için Sırpları çağırdılar ve Hıristiyan Sırplar da gelip yerleşmeye başladılar. Böylece bu arazi önem kazandı. Çünkü Bosna toprakları Avrupa ile ticaret dolayısıyla çok değer kazandı. Bilhassa hayvancılıkta, tarımda ihracat yapılıyordu. Gelen Sırplar Kapetanlara ortakçı durumunda, toprak kölesi gibi çalışmaya başladılar.
İşte Sırplarla Müslümanlar arasındaki düşmanlığın tarihi kaynağı temeli buraya dayanır. Günümüzde gördüğümüz çatışmanın tarihi temelleri buradadır. Yugoslavya dağılıp Sırplar bağımsız bir devlet olunca Bosna'daki Müslümanları ezmek istediler ve bunun için de Bosna'daki Sırpları desteklediler. Bu Sırplar vaktiyle kapetanların ortakçı köleleriydi. Çıkan çatışma da köle-efendi düşmanlığının dışa yansımasıdır.
Bugünkü Bosna devletinin varlık sebebi ta akıncı İshak Bey'e giden bir gelişmenin sonucudur..